5 Aralık 2007 Çarşamba

BENİ BIRAKMA-İCLAL AYDIN

BENİ BIRAKMA-İCLAL AYDIN

Biri bir gün kapımı çalsa ve bana dese ki “Hanımefendi, hastanemizde bir yanlışlık oldu. Sizin bugüne kadar bağrınıza bastığınız, uğruna birçok şeyi göze aldığınız, varlığınızın sebebi saydığınız; emzirdiğiniz, avcunuza, saçlarınıza kusan, onun için gerektiğinde kartala dönüştüğünüz; uykusuz kaldığınız, değiştiğiniz, dönüştüğünüz yavrunuz sizin yavrunuz değil! Hastanede karıştırmışız. Size de benzemiyor zaten, sarışın bu. Şimdi çocuğunuzu alıyoruz. Size sizin hücrelerinizi taşıyan, doğurduğunuz gerçek çocuğu veriyoruz. Gerçi Türkçe bimiyor ama… Sizi hiç tanımıyor ve dört yaşını bitirdi. Maalesef durum böyle!”
***
İki gündür kızıma garip garip bakıyorum.

Çocuk da anlam veremiyor buna. Sürekli gelip küçük elleriyle yanaklarımı tutuyor “iyi misin anne” diye sorup, tekrar oyununun başına dönüyor.

Onu benden aldıklarını tahayyül ediyorum. Çünkü iki gündür gazetedeki o haber aklımdan çıkmıyor. Suudi Arabistan’da bir doğum hastanesinde karıştırılan Ali ve Yakup’un hikâyesi yani… Çocuklar doğal olarak onları büyüten annelerinden ayrılmak istemiyor. Annelerin iki gözü iki çeşme. Dört yıldır baktıkları çocuklar kendi çocukları değilmiş ha!..

Kahvaltı ederken evdeki yardımcılarım Meryem ve Nergis’le bu konuyu tartışıyorum. Her ikisi de benimle aynı fikirde: Çocuk büyütenindir!
***
Kızım doğduktan beş gün sonra hastaneye geri dönmek zorunda kalmıştık. Küvöze koymaları gerekiyordu ama kibrit çöpü parmacıklarıyla bana tutunuyor küvöze girmek istemiyordu. O beş günlük şey, o daha doğduğunun bile farkında olmayan minik canlı onu koruyacağına inandığı bir sıcaklığa, bir varlığa tutunuyor, ayrılmak istemiyordu. O anda büyük bir gerçekle yüzleşmiştim. Artık ben bir anneydim ve tek başına olduğumu sandığım zamanın sonuna gelmiştik. Hiç olmadığım kadar güçlü ve cesur olmalıydım…
***
Bir çocuk sahibi olmak beni daha sulugöz, daha zayıf, daha muhtaç kılmadı.

Aksine, onun varlığı, hiç olmadığım kadar korkusuz ve dik duran bir savaşcıya dönüşmeme yol açtı. Duygularımı kontrol edebilmeyi, sabretmeyi, akılcı çözümler üretmeyi ve sakin olmayı; ne olursa olsun sakin olmayı öğretti.

Çocuğumun burnu gece yarısı şakır şakır kanarken hiç paniğe kapılmadan kanı durdurabilmeyi, kafası yarıldığında, merdivenden uçtuğunda sakinlikle onu iyileştirmeye çalışmayı, burnuna hortumlar sokulurken ya da iğneler yapılırken çocuğu kucaklayıp doktora yardımcı olabilmeyi, her ikimize birden yapılan büyük hainliklere ve haksızlıklara rağmen soğukkanlılığı kaybetmeden kimselerle ilgili olumsuz bir cümle kurmamayı, yetiştirmekte olduğum çocuğa hiç kimseye muhtaç olmadığımızı öğretmenin gerekliliğini, sabretmeyi, akrabalık ve aile ilişkileri konusunda sabırlı ve özenli olmayı, beş işi bir arada yapabilme becerisi edinmeyi, daima dört saat uykuyla yaşayabilmeyi ve annesi olarak kime ne kadar öfkelenirsem öfkeleneyim onun yanlış davranışlar edinmesine yol açmamak adına yutkunabilmeyi…

Bütün bunları ben kızım doğduktan sonra öğrendim. Onun için öğrendim. Onun varlığı sayesinde oldu…

Doğurduğum bebek olmasa da, sırf onu büyütüyor olsam da

böyle olacaktı…
***
O yüzden bir kez daha net olarak söylüyorum ki çocuk, doğuranın değil büyütenindir. Çünkü çocuk büyürken ebeveynini de büyütür…

Bu yüzden ilişki özelleşir.

Ne Yakup’u ne de Ali’yi ayırsınlar ailelerinden…

Hayatları boyunca doğuranı değil emzireni özleyecekler çünkü… Gördükl0eri ilk bir çift gözü…

Vatan gazetesinde İCLAL AYDIN’I sürekli takip ediyorum.Ve muhakkak bu haberlede ilgili bir yazı yazar diyordum.Çünkü biliyorum ki oda bir anne ve de kesinlikle duyarlı bir anne.Ama İCLAL Hanım kabul etmek lazım ki bu seferki gerçekten zor bir durum.İnsan her ikisinden de vazgeçemez bence.İnşallah hiç kimse bir daha böyle bir durumla karşılaşmaz.

Hiç yorum yok: